16 Ocak 2012 Pazartesi

Matematiği kullanmayan bilimler, ele aldıkları konularda ancak dış yapıyı inceleyebilirler; çünkü matematikle dile getirdikleri, ancak birtakım bağıntılardır; bu bağıntılar ise özle ilgili unsurlar arasında değil, dış görünüşle ilgili noktalar arasında olabileceğinden, bir varlığın özünü, onun aslında ne olduğunu bize vermekten acizdirler. O halde matematik, tabiat bilimleri, tarih gibi kişiliğin içlerine nüfuz edip, onu derin bir sezgi ile kavrayabilen bir disiplinin önünde çok aşağı niteliktedirler.
M. Kemal Atatürk
GENEL AÇIKLAMA

Dil bilgisi bir dilin yapısı, kuralları ve işleyişi ile ilgilidir. Dolayısıyla dilden ayrı bir birim gibi düşünülmemelidir. İlköğretim 1-5 öğrencilerinin gelişim özellikleri dikkate alındığında, dile ilişkin kuralları aktarmak yerine; onların dinleme, konuşma, okuma, yazma, görsel okuma ve sunu becerilerini geliştirmelerine olanak sağlanmalıdır. Bu düşünceden hareketle dil bilgisi, programda ayrı bir öğrenme alanı olarak ele alınmamış diğer alanlar içerisine dağıtılmıştır.İlköğretim 1-5 sınıflar düzeyinde, dil bilgisi kural ve ilkelerinin sezdirilmesi yolu benimsenmiştir. 
 
3.SINIF DİLBİLGİSİ KONULARI

*Kelimelerin eş ve zıt anlamlılarını bulur.    
*Eş sesli kelimelerin anlamlarını ayırt eder.
*Bilmediği kelimelerin anlamlarını araştırır. (4.4. Resimli sözlüğe bakarak, öğretmenine sorarak vb. kelimelerin anlamları araştırılır.)
Ekleri kullanarak kelimeler türetir.
[!]  4.5. Burada yalnızca “–cı, -lık, -lı, -sız” eklerini kullanarak kelimeler türetilmelidir.
[!]  1.4. Büyük ve küçük bitişik eğik yazı harflerinin yazılışı (boyut, yön vb.) üzerinde önemle durulmalıdır.

[!]  1.5. Cümlenin ögelerinden bahsedilmemeli ancak öğrenciler kurallı cümleler oluşturmaya özendirilmelidir.

1.6. Noktayı, sıralamalar yaparken ve kısaltmaların sonunda; virgülü, özneyi belirtmede; soru işaretini, soru bildiren cümlelerin sonunda; kısa çizgiyi, satır sonuna sığmayan kelimeleri ayırmada; kesme işaretini, özel adların aldığı ekleri ayırmada; eğik çizgiyi, adres yazımında kullanır.

1.7. Cümleye büyük harfle başlama; ülke, ulus, kıta, kişi, yer ve hayvan adlarının ilk harfini büyük yazma; şiir mısralarının ilk harfini büyük yazma vb.

1.8. Satır çizgisine dikkat ederek yazma; satırlara aynı hizadan başlama; sayfa kenarlarında uygun boşluk bırakma; tarihi sağ üst köşeye yazma; başlıkla metin arasında uygun boşluk bırakma.

YAZIM KURALLARI

2.4. Olayları sıralarken “ilk önce, önce, sonra, daha sonra, sonunda vb.” ifadelerinin kullanılması istenebilir.

 [!]  2.5. Ad (adın iyelik ekleri),adın tekil ve çoğul biçimleri verilecek. Adların yerine kullanılan kelimeler (zamir) ve varlıkları çeşitli yönlerden niteleyen kelimeler (sıfat) ile ilgili örnekler verilecek. Kelime türlerinin tanımları verilmeyecektir.

2.7. Yazılarında, farklı bir düşünceye geçerken “ama, fakat, veya vb.” ifadelerinin kullanılması istenebilir.

2.9. Yazılarında, “örneğin, örnek olarak, özellikle, gibi, açıkçası, açıklamak gerekirse, yani, başka bir deyişle vb.” ifadelerini kullanarak destekleyici ve açıklayıcı örnekler vermeye özendirilir.

2.10. Yazılarında, karşılaştırmalar yaparken “aynısı, benzer olarak, farklı vb.” ifadelerinin kullanılması istenebilir.

BİLGİ DAMLALARI


1 Nisan şakasının kökeni nedir? 
1564 yılında Fransa kralı IX Charles, yıl başlangıcını Ocak ayının birinci gününe aldı. Daha önce Avrupada yaygın olan yıl başlangıcı Mart 25 idi. O zamanki iletişim şartlarında IX Charles’in bu kararı fazla yayılamadı. Duyanlar ise protesto amacıyla eski adetlerine devam ettiler.1 Nisan’da partiler düzenlediler. Diğerleri ise onları Nisan aptalları olarak nitelendirdiler.1 Nisan’a bütün aptalların günü adını verdiler. Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak partilere davet ettiler, gerçek olmayan haberler ürettiler. Yıllar sonra Ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar 1 Nisan gününü kendi kültürlerinin parçası görerek devam ettirdiler. Oradan da bütün dünyaya yayıldı.
İnsanlar niçin içki kadehlerini tokuştururlar? 
Bu konuda iki ayrı açıklama vardır. 1) İnsanların beş duyusunu tatmin amacıyla şarap kadehini sofrada çın sesiyle tokuşturmak. Şarabın rengi, görme; diliyle tat alma; burunla koklama;eliyle dokunma,ve çın sesiyle işitme. Şarap bütün duyguları tatmin eder anlamını taşır. 2)Antik çağlarda bir insanın düşmanını yemeğe davet edip,ona zehirli içki sunması doğal sayılıyordu. Ev sahibi içkinin zehirsiz olduğunu kanıtlamak için kendi içkisini havaya kaldırır ve misafirin içkisinden bir yudumun kendi kadehine dökülmesini isterdi. Sonra aynı anda içkilerini içerlerdi. Misafir böyle durumda ev sahibine güvenini göstermek için kadehini ev sahibinin yukarı kaldırdığı kadehe hafifçe vurur, çın sesiyle içkiyi denemeye gerek olmadığını gösterirdi.
Çinliler yiyeceklerini niçin çubukla yerler? 
Çinlilerin yemek yeme alışkanlıklarının yiyeceklerini çok küçük parçalar halinde yemelerinden çubuk kullandıkları anlaşılıyor.Çinde eskiden yalnızca zenginler masada otururlardı. Halkın çoğunluğu tabakları ellerinde yemek yerlerdi. Bir elleriyle tabaklarını tutar, öteki elleriyle çubuk kullanarak beslenirlerdi. Hızla artan nüfus yüzünden yiyecek sıkıntısı çeken Çinliler önlerindeki yiyeceği küçük parçalar halinde çoğaltarak yiyorlardı. O zamanlar ağaç sıkıntısı nedeniyle de tahta kullanımı kısıtlıydı. Masa kullanımı bu yüzden çok zordu. Çubuklar fildişinden ve kemikten yapılırdı.
Dünyanın en çok söylenen şarkısı hangisidir?
Bu şarkı "Happy birthday to you" dur. Şarkının asıl kaynağı Amerika’lı iki kız kardeşe aittir. Orijinal adı ” Good Morning to All” yani ” hepinize günaydın”dır. Daha sonra güftesi değiştirilerek bütün dünyaya yayılmıştır. Fakat telif hakkı kardeşlere aittir, onlardan sonra da Warner/chappel müzik şirketine geçmiştir. Müzik ticari amaçlı kullanıldığı zaman şirkete ödeme yapma zorunluluğu vardır.
Yapıştırıcılar nasıl yapıştırıyor?
Yapıştırıcıların sağladığı yapışma olayı aslında kimyasal bir reaksiyondan başka bir şey değildir. Günümüzde imalatçılar yapıştırıcıları sentetik malzemeler kullanarak yaparlar. Yapışma olayında benzer veya ayrı malzemeden iki madde, bir de yapışkan gerekir. Burada en önemli görev yapıştırıcıdadır. Yapıştırıcının moleküllerinin diğer iki madde molekülleri ile birleşme eğilimi gösterir bir yapıda olması gerekmektedir.
Mezara niçin çiçek konulur?
İlk olarak Mısır Firavunu Tutamkamon’nun milattan önce 1346 da öldüğünde mezarının çiçekten taçlarla kaplandığı saptanmıştır. Kuzey Avrupada ise M.Ö 2000 yıllara kadar mezara çiçek konduğu belirlenmiştir. O zamanlarda bu çiçeklerin amacı iyi ruhları çekme, kötü ruhları kovma amacıylaydı. Sonradan ise asıl amaç cesetler çürürken çıkan kokuyu kamufle etme amacını taşır. Servi ağacı da bu nedenle mezarlıklarda kullanılır. Ağacın yaprakları rüzgarı önler, kendine özgü ferah kokusu vardır. Cenaze törenlerinde siyah giyinmenin amacı da mezarlıklarda hayaletlerden sakınmak amacı taşımaktadır.
Satrançta şah niçin o kadar pasiftir?
Çünkü şah koruma altındadır. Zaten satrançta amaç şahı almaktır. O yüzden bütün taşlar onu korumakla görevlidir. Vezir ise başkumandan gibi şaha yardım eder. İleri geri, çapraz her yöne gidebilir. Batıda vezire Kraliçe adı verilmiştir. Bununla Kraliçe’nin Kralın en büyük desteği olduğunu işaret etmektir. Satranç 6. yüzyılda Hindular tarafından oynanmaya başlanmış, oradan dünyaya yayılmıştır.
İnsan korkunca niçin dişleri birbirine vurur?
Bir insan büyük bir tehlike veya korku verici olayla karşılaşınca vücudu otomatikman savunmaya geçer. Diğer canlılarda olduğu gibi dişler ve çene savunmanın ana mekanizmalarıdır.İşte bu nedenle ilk insanlardan gelen kalıtımsal yapıdan dolayı önce çene ve dişler harekete geçer. Çenedeki kaslar titrer, bu da sanki dişler birbirine vuruyormuş gibi görüntü verir.
Akıl ile zeka arasında fark nedir?
Akıl yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir. Genel olarak 12 yaşına kadar gelişir, 20 yaşına kadar sürer sonra sabit kalır. Zeka bir insanın her türlü olay karşısında aynı yeteneği gösterebileceği anlamına gelmez. Bir besteci müzik yapıtını aklıyla değil zekasıyla yaratır. Fakat en basit matematik problemini çözemeyebilir. Sonuç olarak zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere göre farlılıklar gösterir. Akıl somut olarak ölçülemez, zeka IQ denilen testle ölçülebilir.
Dolunay insan davranışlarını etkiler mi?
İnsanlar arasında bu inanç oldukça yaygındır. Eskilerin Ay’ın dönemlerine bağladıkları boş bir inancın günümüze uzanan bir varsayımıdır. Bilim adamlarının yaptıkları bütün çalışmalar bu görüşün boş olduğunu kanıtlamıştır. Ay, dünyadaki okyanusların gel-git denilen suların alçalması ve yükselmesi olayı üzerinde doğrudan etkisi vardır. Vücudumuzdaki suyun oranı , okyanuslardaki su miktarıyla kıyaslanamaz. Yani Ay’ın çekim gücü insanı etkileseydi yalnız dolunayda değil her gün olması gerekirdi. Dolunayda ayın parlaklığı da pek önemli bir etken değildir. Çünkü gönderdiği ışık miktarı Güneş’in gönderdiğinin 600 binde biri kadardır.
Niçin gözyaşı dökeriz?
Dünyadaki canlılardan sadece insan ruhsal nedenlerle ağlar. İnsanı farklı kılan bu durum şüphesiz yaşam tarihindeki evrimin bir sonucudur. Aslında gözlerimize sürekli gözyaşı koruma amaçlı olarak salgılanmaktadır. Fakat ağlama ruhsal bir boşalmadır. Bu konuyu ilk inceleyen Darwin’dir. Daha sonra yapılan deneyler sonucu görüldü ki soğan doğrarken akan gözyaşlarının kimyasal yapıları farklıdır. Ruhsal gözyaşları daha çok protein içermektedir. Fakat henüz bu farkın nedeni açıklanamamıştır.
Üç yaşından daha önce olanları için hatırlamıyoruz?
Bilim adamları geçmiş deneyimlerimizi saklayan hafızamızın beynimizde anı veya öykü şeklinde organize olduğunu ileri sürüyorlar. Üç yaşından küçükler bu şekilde iletişim kurma yeteneğine sahip değiller.Öykü ve anılarını anlatamıyorlar. Yer ve karakter kavramlarını anlamıyorlar. Üç yaşından küçükler düzgün konuşabildikleri,anlayış, seziş ve hafıza yeteneklerine sahip oldukları halde tüm olanları bir bütün olarak şekillendiremiyor, öyküye dönüştüremiyorlar.Hafızamız ne yaptığını ne yapıldığını 3-4 yaşlarında kaydetmeye başlıyor.
Yumurtanın niçin bir tarafı yuvarlak, diğer tarafı sivridir?
Eğer köşeli olsalardı kenarları dayanıklılık bakımından çok zayıf olurdu. En dayanıklı geometrik şekil küredir ama bu şekildeki yumurta yuvarlanacak olursa nerede duracağı belli olmaz. Yumurta yuvarlanınca düz gitmez. İnce tarafı üstünde dairesel bir yol çizer. Başladığı yere yakın bir noktada durur. Yani düz bir yerde kaybolması olanaksızdır. Yumurta, tavuğun yumurta kanalında küre şeklindedir. İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kasların büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik biçimini sağlarlar. Yumurtanın şeklinin nedeni de budur. Sürüngenlerde bu düzenek olmadığından yumurtaları küresel biçimdedir.
Develerin hörgüçlerinde ne var?
Genelde hörgüçlerinde su olduğu ve uzun yolculuklarında bu suyu kullandıkları söylenir ama doğru değildir. Develerin hörgüçlerinde 30-35 kg kadar yağ bulunur. Yiyecek bulamadıkları zaman bu enerjiyle hareketlerini sağlarlar ayrıca yağ çöl sıcağına karşı koruma görevi de yapar. Develer suya az gereksinim duyarlar. Burun mukozaları insana göre 100 kat daha büyüktür. Soluk alırken havadaki nemin üçte ikisini kazanabilirler. Su kaybını da dokularından kaybederler, kandaki su etkilenmez.
Çinlilerin gözleri niçin çekiktir?
Yalnız Çinlilerin değil, Orta ve Güneydoğu Asya’da yaşayanların, Japonların hatta Eskimoların da gözleri çekiktir. Aslında göz yapısı bütün dünyada aynıdır. Farkı yaratan göz kapaklarıdır. Çekik gözlü diye nitelendirilen ırklarda gözün üzerindeki göz kapağının ikinci kıvrımı, gözün üstüne daha çok inmiştir. Bazı teorilere göre bu kıvrım insanların gözlerini yoğun kar tabakasının, göz kamaştıran ışığından korumak için bir çeşit kar gözlüğü gibi gelişmiştir. Çin de ve öteki bölgelerde her ne kadar yoğun kar yağmıyorsa da onların atalarının buzul çağında kuzeyde yaşadıkları daha sonra güneye indikleri kanıtlanmıştır. Yalnız gözleri değil, burunları da rüzgara karşı korunmak için küçülmüş, burun delikleri soğuğu engellemek için daralmıştır. Ciltleri de koruma amaçlı olarak yağlıdır. Göz kapakları da yağlıdır. Gözü ve iç tabakalarını kara ve buza karşı korur. Yani çekik gözlü değil, düşük göz kapaklı, demek daha doğrudur.
Ateş böceği nasıl ışık saçıyor?
Aslında bu böceğin verdiği ışığın ateşle de sıcaklıkla da bir ilgisi yoktur. Bilimsel adı “Soğuk Işık”tır. Bu ışık olayı, moleküler seviyede kimyasal bir işlemdir. Bazı moleküllerin ayrışarak daha yüksek enerjili hale geçebildikleri ve bu fazla enerjiyi ışığa dönüştürebildikleridir. Ateş böceğinin karın bölgesindeki ışık organında bulunan guddelerden ışık elde etmede rol alan iki ana kimyasal madde üretilmektedir. Fakat onlar da tam olarak ışık vermeye yetmediği için böceğin ışık bölgesine yakın solunum organının ışık verme anında burayı oksijenle beslemesi gerekmektedir.
Kumaşlar yıkandıktan sonra niçin çeker?
Aslında kumaş ıslanınca lifler şiştiğinden kumaşın az biraz uzaması gerekmektedir. Ama bükümlerin açılarındaki deformasyonun yarattığı çekme kuvveti daha fazla olduğundan sonuçta kumaş boydan kısalır. Kumaş yıkandıktan sonra kurutulduğunda şişmiş lifler eski durumlarına gelirler. Ama kumaş ilk ölçülerine dönemez. Su, yüksek ısı, çalkalama, sabun hepsi kumaşın çekmesini kolaylaştırır. Kumaş birkaç kez yıkandıktan sonra ölçüleri belli bir dengeye ulaşır ve ondan sonra yıkandığında çekmez.
İnsanlar saatlerini niçin sol kollarına takarlar?
Özel bir durum veya farklı olma düşüncesi yoksa insanların çoğu saatlerini sol kola takar. Çünkü çoğunluk sağ elini kullanmaktadır ve bu kolun daha hareketli olması nedeniyle saatin bir yerlere çarpıp zarar görme olasılığı yüksektir. Zaten saatin kurma düğmesi 3 rakamının yanındadır. İnsanlar saati kurmak istedikleri zaman onu bilekten çıkarmadan sağ elle uzattıkları sol kollarındaki saati kurabilirler.
Bir hafta niçin 7 gündür?
Babilliler 7 günlük haftayı zaman birimi olarak kullanıyorlardı. İlk çağlarda bilinen beş gezegen ile güneş ve ayın sayısı nın 7 oluşu bu sayıyı gizemli ve uğurlu kılıyordu. Daha sonra dinlerde göğün 7 kat oluşu ve doğadaki ana renk sayısının 7 oluşu, müzik notalarının 7 oluşu sayının önemini daha çok belirtti. Daha sonra Fransa takvim yapısını değiştirerek hafta sayısını 10 yaptı ama kabul görmedi. Rusya, 5 günlük hafta uygulamasına geçti, o da tutulmadı. Sonunda yine hafta 7 gün olarak kaldı.
Niçin otellerin kapıları döner kapıdır?
Döner kapıların tek amacı enerji tasarrufudur. Büyük binaların içerleri devamlı olarak ısıtılır. Açılan normal kapıdan içeri soğuk hava rahatlıkla girer. Eğer normal kapı kullanılırsa hava değişimi nedeniyle klimalar veya motorlar yeniden çalışacaktır. Özellikle çok kişinin girip çıktığı otel veya benzeri binalarda enerji tasarrufu için döner kapı kullanılır. Döner kanatlar sıcak havanın dışarı çıkmasına, soğuk havanın da içeri girmesini engeller.
İmdat çağrısı S.O.S ‘in anlamı nedir?
Çok kişi “Save our Ship” gemimizi kurtar; “Save our Soul” ruhumuzu kurtar; “Stop Other Signals” diğer sinyalleri sözcüklerinin kısaltılmışı sanır. Oysa hiçbiri değildir. Tamamen telgraf zamanından kalma mors alfabesiyle ilgilidir. İmdat çağrısının çok kolay akılda tutulabilmesi için 1908 de üç çizgi, üç nokta, üç çizgi olan S.O.S seçildi.
Doktorlar niçin dizimize çekiçle vurur?
Bir sandalyeye rahatça oturup bacak bacak üstüne atarken doktor dizkapağının hemen altına, kası kemiğe bağlayan tedoma minik lastik bir çekiçle vurduğu zaman bacak ileri fırlar. Bu reflekste baldır kaslarındaki duyu sinirleri kasın genişlemesine tepki verir ve yeni sinir sinyalleri oluşturarak kaslara hafif bir basınç uygulandığını ve gerildiklerini omuriliğine iletirler. Omurilik ise bu basınca dayanabilmesi için kasların kasılması gerektiğini bildirir, bacak tekrar geri hareket eder. Refleks, beyin denetiminden geçmeksizin, yani beyin devrede olmadan doğrudan omuriliğin komutlarıyla gerçekleşmektedir. Diz kapağı refleksi omuriliğin işleyişi konusunda bilgi veren önemli bir tanı yöntemidir.
Tükenmez kalemin dolmakalemden farkı nedir?
Kalemin tarihi yazınınkinden de eskidir. İlk insanlar sivriltilmiş çakmak taşlarıyla duvar resimleri yapmıştır. Mürekkepli metal kalemler Romalılar tarafından biliniyordu. Tükenmez kalem adı ile bilinen bilye uçlu kalemin ilk modeli 1880 yılında yapılmıştır fakat rağbet görmemiştir. Uçakların gelişmesiyle gündeme tekrar gelir. Uçaklar 2-3bin metreye çıkınca hava basıncı oldukça azalır. Dolmakalem mürekkebi basınç nedeniyle dışarı akarak kağıdı ya da giysiyi lekeler. 2.Dünya Savaşı’nda askeri uçaklarda kullanılan tükenmez kalem sonradan yaygınlaşmıştır. Tükenmez kalemlerde mürekkep kağıda pirinç uçtaki yuvaya yerleştirilmiş minik bir bilye aracılığıyla aktarılır. Fakat dolmakalemin özelliği seçkin ve yazıyı kaliteli kılmasıdır.
Radyonun sesi açılınca pil daha çabuk mu biter?
Pille çalışan portatif radyolarda sesin yüksekliği pilin ömrünü etkiler. Radyo açık, sesi kapalı durumu ile sesin sonuna kadar açık durumu arasındaki fark pillerin ömürlerinin kısalmasına neden olur. Ses sonuna kadar açıldığında pillerden çekilen akım yüzde 30 artmaktadır. Bu durum, küçüğünden büyüğüne, pille çalışan ve ses yükselticisi olan bütün radyo, teyp, volkmen vb. için aynıdır.
Horozlar niçin sabahları erkenden öterler?
Sabah güneş doğarken ötmek yalnız horozlara özgü değildir. Kulağa en çok horozun sesinin gelmesi, onun sesinin diğerlerinden daha güçlü olmasıdır. Kuşların büyük çoğunluğu da aynı saatlerde ağaçlarda koro halinde öterler. Gün boyu hem horozlar hem kuşlar bu ötüşü sürdürürler ama seslerinin en güçlü çıktığı zaman sabah saatleridir. Horoz ve kuşların sabah gün doğarken ötmeleri biyolojik saatleriyle ayarlanmıştır.
Evlerimizdeki sinekler kışın nereye gidiyor?
Sineklerin her türü kışın ortadan kaybolur. Havaların ısınmasıyla birlikte ansızın ortaya çıkarlar. Sinekler ısıya karşı çok hassastır. Güneş bulutun arkasına girdiği zaman oluşan ısı düşmesinden etkilenirler. Kış günlerinde yaşama şansları yoktur. Ölmeden önce yumurtalarını toprağa veya kuytuya gömerler. Lavra ve yumurtalar soğuktan etkilenmez. Yaz sıcakları başlayınca yumurtalar çatlar ve yine sinekli günler başlar.
Termos nasıl sıcağı sıcak, soğuğu soğuk tutuyor?
Tek nedeni vardır, vakum.Yani boşluk.Bir termosta iç içe geçmiş iki kap vardır.Dıştaki metal bir kap olup içteki genellikle bir cam şişedir.İkisinin arasındaki hava ise boşaltılmıştır.Tam olmasa da üreticiler tarafından elde edilebilen tama yakın bir boşluk vardır.Vakumlu bir ortamda hava molekülleri de ılımadığından ısı iletilemez.Cismin ısısı başlangıçta ne ise o halde kalır.İçerden dışarıya, dışarıdan içeriye ısı geçişi olmaz.Böylece termosa konan sıvı sıcaksa sıcak, soğuksa soğuk kalır.
Kuşlar nasıl konuşabiliyor?
Her insan ağzıyla konuşur ama konuşabilmeyi sağlayan asıl organ beyindir. Beyinde oluşan düşünceler dilimize ve dudaklarımıza aktarılır. Hayvanlar bu nedenle konuşamaz. Papağan ve benzeri kuşların yaptıkları konuşma değil, mükemmel bir ses tınısı ezberi ve tekrardır. Sesleri ezberler ve taklit ederler. Kuşların ses organları memeli hayvanlardan farklı olarak gırtlakta değil göğüs kafeslerin dibinde, karın boşluğunun derinliklerindedir. Kuşların doğasında ses taklit yeteneği vardır. Doğayla içiçe yaşarken diğer kuşların seslerini taklit ederek bir çeşit iletişim sağlarlar.
Kediler balık ve sütü niçin severler?
Kedilerin sudan hoşlanmadığı bilinir. Ama aslında kediler çok iyi yüzerler. Hava şartlarından dolayı ve de tembelliklerinden suya girmeyi sevmezler. Ev kedisinin balık sevmesinin yanında kuşlara ve farelere olan düşkünlüğünün nedeni evcilleştirilmeden önce Mısır’da Nil vadisinde balık, kurbağa, küçük kuş ve fareleri avlayarak yaşamış olmasıdır. Zaten eski Mısırlılar kedileri fare avcıları olduğu için evcilleştirmişlerdir. Günümüzde kedinin kuzey Hindistan ve Güneydoğu Asya’da yaşayan türleri ırmakların kenarlarında balık avlayarak yaşamaktadır. Patileriile balıkları sudan dışarı atar, gerekirse suya tamamen girerler. Eski Mısır’da kedi bakıcıları onları ekmek ve sütle beslemişlerdir. Kedilerin süt zevkinin de Mısırlı bakıcılarının yarattığı beslenme alışkanlığından kaynaklanmaktadır.
Bardaktaki buzlar niçin birbirlerine yapışırlar?
Buzun erimesi için yalnızca sıcaklık değil basınç da önemlidir. Dağlardaki buzulların kayma nedeni de budur. Basınçla alt tabaka erir ve kayma oluşur. Bir kabın içinde ya da bir bardakta üst üste duran buzların her biri altındakine değdiği noktada bir basınç oluşturur ve bu noktada çok küçük kısım erir.Buradan hareket eden su çok az yanda iki buz küpçüğünün birleştiği noktada tekrar donar. İki buz parçası kaynak yapılmışçasına birbirlerine yapışır ve orada bir daha erime olmaz.

KISA ANEKDOTLAR


BÜYÜK RUHLU ÇOCUK
    Bir ailenin evinde televizyon arıza yapmış. Tamirci gelip televizyonun arka kapağını açmış ki bir sürü ekmek parçası… Tabi kimin yaptığını hemen anlamışlar. Evin 4 yaşındaki kızı. Bu hangi ailede gerçekleşirse gerçekleşsin ilk gösterilecek tepki genellikle öfkeli bir davranıştır. Fakat anne öyle yapmamış, çocuğuyla konuşmayı denemiş ve öğrendiklerinden sonra hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Çocuk ekrandaki aç çocukları gördükçe mutfaktan ekmek alıp televizyonun açık bulduğu tek yerinden, arkasındaki ızgaralardan içeri atıyormuş.

ÇOCUKLARIMIZ
   Çocuğunuza asla bunu söylemeyin!!!
   1-“Ne kadar aptalsın!”
   Şiddetli öfke anında anne babalar bu sözü sık sık söylerler. Bunu çocuğa tekrar tekrar söylemek, onun aptal olduğuna inanmaya başlaması için yeterlidir.
   2-“Neden onun gibi değilsin”
   Bu asla söylenmeyecek bir sözdür. Çocuğun başka birisine benzemesini istemek, onun kendisini yetersiz ve küçük görmesine sebep olacaktır.

 BAŞARILI BİR ÖĞRENCİ OLMANIN ŞARTLARI NELERDİR?
   Öncelikle öğrenci arkadaşların derslerinde başarılı olması için kendilerine bir hedef belirlemeleri gerekmektedir. Hedeflerine ulaşma konusunda kendine güvenmelidirler. Daha sonra aşağıda belirttiğim verimli ders çalışma tekniklerini uygulamaları gerekmektedir.
1-Belirli bir çalışma odası belirlenmelidir. O odaya geldiğinizde çalışmanız gerektiğini hissediniz.
2-Çalışma odanız fazla sıcak ve soğuk olmamalı, iyi havalandırılmalıdır. Odanız fazla sıcak olursa uykunuz gelir. Fazla soğuk olursa dikkatiniz dağılır, ders çalışamazsınız.
3-Uzanarak veya yatarak değil de dersi mutlaka masa  başında çalışınız.
4-Televizyon karşısında, müzik dinleyerek ve sohbet ederek ders çalışmayınız.
5-Ders çalışırken hayal kurduğunuzu fark ederseniz, hayalini bitirdikten sonra ders çalışmaya başlayınız.
6-Sınav kaygısı ve stresinden uzak duralım. Sınav kaygısı ve stresiyle baş etme yöntemlerini mutlaka öğrenelim.
7-Ders çalışmaya başlamadan önce dersle ilgili araç ve gereçleri yanımızda bulundurmalıyız.
8-Ders çalıştıksan sonra kesinlikle televizyon izlememeliyiz. Çünkü yapılan araştırmalarda ders çalıştıktan sonra televizyon izlendiği zaman öğrendiğimiz bilgilerin çoğunu zihnimizden silindiği görülmüştür.
9-Zihnimizin en açık olduğu saatlerde zorlandığımız dersleri çalışmalıyız.
10-Çalışma saatlerimizi mutlaka programlamalıyız.(40-50 dakika çalışma,10-15 dakika dinlenme)
Kısaca Başarı Başaracağım Diyenlerindir.

ÇİVİ GİBİDİR
   Tanınmış nüktedanlardan biri, bir arkadaşı için “Çivi gibidir!” der, yanındakiler onun bu sözünü biraz garip karşılarlar. Nüktedan açıklama ihtiyacı hisseder: “Efendim, galiba yanlış anlaşıldı. Çivi demekle onun demir gibi sağlam olduğunu kastetmedim. Kafasına vurmadıkça vazifesini yapmazda…”

CEMİL MERİÇ’TEN
   En çok sevilen öğretmen, en çok seven öğretmendir.

 KİMLER BAŞARISIZ OLUYOR?
1-      Kısa, orta, uzun vadeli hedefleri olmayanlar.
2-      Günlük çalışma planı yapmadan güne başlayanlar.
3-      Derste not almak yerine aklında tutmaya çalışanlar.
4-      Zor ve acil işler yerine kolay ve önemsiz işlerle ilgilenenler.
5-      Son gece koca bir kitabı ezberleyebileceğine inananlar.
6-      Dağınık ve düzensiz bir ortamda çalışanlar.
7-      Ödevini yaparken ayrıntılara gereğinden fazla takılanlar.
8-      Problemleri çözümlemeyi erteleyenler.
9-      Dersleri keyif için sık sık terk edenler.
10-  Arkadaşlarının eğlence planlarına “Hayır!” demeyi başaramayanlar.
11-  Bir işin başlangıç ve bitiş tarihlerini, saatlerini planlı bir şekilde belirleyemeyenler.

TEBESSÜM 1
   Oğlunun okuması için çiftliğindeki bütün inekleri satan bir köylü, onun bir şey öğrenmediğini görünce şöyle söylenmiş: “Ne bahtsız adammışım! Bir öküz uğruna ne inekler feda ettim!”

TEBESSÜM 2
   İstanbul’da yatılı lisede okuyan çocuk, yılsonu karnesini alınca, başına gelecekleri anlar. Ertesi gün memlekete tatile gideceğinden annesine telgraf çeker:
   “Anne, babamı hazırla!”
   Annesi telgrafın şifresini hemen çözer ve cevabi bir telgraf çeker:
   “Baban hazır oğlum, sen kendini hazırla!”

BİR SORU
   Üst katta sönük halde 3 lamba var ve alt katta 3 elektrik anahtarı var. Her bir anahtar bir lambayı açıp kapatıyor. Şimdi siz bu anahtarları istediğiniz kadar açıp kapatabilirsiniz. Fakat üst kata yalnızca 1 kere çıkıp hangi lambanın yandığını kontrol edebilirsiniz. Bu durumda hangi anahtarın hangi lambayı açıp kapadığını nasıl bulursunuz?

CEVABI
   Birinci anahtarı yakarım ve 5 dakika beklerim, sonra söndürürüm. İkinci anahtarı yakıp üst kata çıkarım, lambaları kontrol ederim, sıcak olan lamba birinci anahtarla, yanık olan ikinci anahtarla, sönük olanın ise üçüncü anahtarla açılıp kapandığını bulurum.

TAŞA YAZILAN İYİLİK
   İki arkadaş çölde yürümektedir. Yolculuğun bir noktasında tartışmaya başlarlar ve biri diğerine tokat atar. Tokadı yiyen canı acır ama kuma şöyle yazar: “Bugün, en iyi arkadaşım beni tokatladı.” Bir süre yürüdükten sonra bir nehre denk gelirler ve suya girmeye karar verirler. Tokadı yiyen, suda boğulmaya başlar. Ama arkadaşı onu kurtarır.
   Boğulmaktan kurtulduktan sonra bir taşa şöyle yazar: “Bugün, en iyi arkadaşım hayatımı kurtardı.”
   Arkadaşına tokat atan ve sonra da onun hayatını kurtaran sorar: “Canını acıttığımda kumayazdın, neden şimdi taşa?”
   Diğeri cevaplar: “ Birisi canımızı acıttığında kuma yazmalıyız ki, bağışlama rüzgarı onu silebilsin. Ama biri bizim için iyi bir şey yaparsa taşa kazımalıyız ki, hiçbir rüzgar onu silemesin.”
   “Acılarınızı kuma ve iyiliklerinizi taşa yazmayı öğrenin.”

VERİMSİZ BİR ÖMÜR
   Ülkemiz şartlarında 65 yıllık ortalama bir ömre sahip bir insanın, eğer 5 yaşında televizyon izlemeye başladığını farz etsek: Günde 1 saat televizyon izlediğinde ömrünün 2,5 yılı, 2 saat izlediğinde 5 yılı, 4 saat izlediğinde 10 yılı çok verimsiz bir şekilde televizyona kurban edilmektedir.

ÖĞRETMEN
   Fransa’nın meşhur İmparatoru Napolyon Bonapart, ordusuyla birlikte büyük bir zafer sonrası Paris caddelerinden geçerken güçlükle halkı yarmaya çalışan yaşlı bir adam, kalabalıkla mücadele ede ede caddenin kenarına kadar gelir.
   Fakat caddeyi kordona almış olan askerler, kendisinin geçmesine müsaade etmezler. İmparatorun huzuruna çıkmak için uğraşan adam, Napolyon’un gözüne ilişince:
   “Bırakın gelsin!..” diye emir verdikten sonra, şeref kıtasına: “Dikkat, hazır ol! Fransa geliyor!” diye selam durdurur. Çünkü gelen adam, Napolyon’un öğretmenidir.

BİR MEKTUP
   Amerika’nın ünlü başkanlarından Abraham Lincoln’ ün, oğlunun öğretmenine hitaben yazdığı bir mektup şöyledir:
   “Öğrenmesi gerekli biliyorum; bütün insanların dürüst ve adil olmadığını… Fakat şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil siyasetçiye karşılık kendini adamış bir lider vardır.
   Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğret ona! Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirseniz ona, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret… Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona!... Ve hem de kazanmaktan neşe duymayı, kıskançlıktan uzaklara yönelt onu…
   Eğer yapabilirsen, ona, kitapların mucizelerini öğret. Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan daha onurlu olduğunu öğret ona… Ona, kendi fikirlerine inanmasını öğret. Herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.
   Nazik insanlara karşı nazik, sert olanlara karşıda sert olmasını öğret ona!... Herkes kendine takılmış bir yöne giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma!
   Bütünü dinlemesini öğret ona, fakat bütün o dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret. Eğer yapabilirse, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Herkesin, sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara, dudak bükmesini öğret ona. Ve aşırı ilgiye dikkat etmesini…. Bu büyük bir taleptir, biliyorum. Ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım.”

KÖLE
Eski Yunan’da bir adam, Sokrates’in takipçilerinden Aristippos’u ziyaret ederek oğluna eğitim vermesini istedi. Filozof: “Elbette” dedi. “Yalnız, oğlunu eğitmek için bin altın isterim.” Baba: “Ne..! Bin altın mı?” diye bağırdı. “Bin altın ile ben bir köle satın alırım!” Aristippos‘un cevabı çok güzeldi: “Evet bu bin altın ile bir köle satın alırsın ama o zaman evinde iki kölen olur.”

100 KİŞİLİK DÜNYA
   Eğer şu anki dünyamız, oranlarını değiştirmeden 100 kişilik bir köy boyutuna düşürseydik ne olurdu? 57 kişi Asyalı, 21 kişi Avrupalı, 14 kişi Kuzey ve Güney Amerika’dan, 8 kişi Afrikalı, 52 kadın 48 erkek, 30 beyaz renkli, 70 diğer renklerden ve bütün dünya zenginliğinin % 59’u sadece 6 kişinin elinde olurdu, bu 6 kişide ABD vatandaşı olurdu. 80 kişi standart altı evlerde yaşardı. 70 kişi okuma yazma bilmezdi. 50 kişi kötü beslenirdi. 1 kişi doğmak, 1 kişi ölmek üzere olurdu. Sadeci 1 kişi üniversite eğitimi alır, sadece 1 kişinin bilgisayarı olurdu.

BAŞARI İÇİN
   Göç yolda düzelir. İşler en başta olması gerektiği gibi olmayabilir ancak zaman içerisinde yapılacak devamlı iyileştirmeyle kaliteli sonuçlar üretilebilir.

EİNSTEİN’IN BAŞARI FORMÜLÜ
   Einstein’ın en az “e=mc2” kadar meşhur bir diğer formülü de “A=X+Y+Z” dir. Einstein bu formülünde: X ile çalışmayı, Y ile aklı kullanmayı, Z ile ağzı sıkı tutmayı kasteder. Bütün bunlar bir araya gelince A’nın, yani başarının elde edileceğini söyler.

NE ALIRSINIZ?
   Yahya Kemal uzun bir yokuşu çıkıncaya kadar nefes nefese kalır. Yokuşun sonundaki lokantadan bir garson seslenir:
   “Buyurun beyim ne alırsınız?”
   Yahya Kemal tebessümle:
   “Evet, müsaade ederseniz bir soluk alacağım.”
ÇOCUKLARA KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞI NASIL KAZANDIRILIR?
Okuma alışkanlığı kişinin bir gereksinim olarak algılaması sonucu okuma eylemini, yaşam boyu sürekli ve düzenli biçimde gerçekleştirmesidir. Kişilerin okumayı öğrendikten sonra bu eylemi zevkle yapmalarını sağlamak için kazanmaları gereken önemli bir beceridir. Okuma alışkanlığının, temelinin aile içinde atıldığı ve devamının eğitim sisteminde öğretmenler tarafından öğrenciye kazandırıldığı düşünülürse bu alışkanlığın kazanımında aile ve öğretmenlerin rolü büyüktür.
Çocukların ilk alışkanlıklarını kazandığı ve ilk öğrendiklerinin ailede gerçekleştiği düşünülürse çocuğun önünde ebeveynlerin sergilemiş olduğu tutum ve davranışlar, ileride çocuğun okuma alışkanlığını önemli ölçüde etkiler.
Okumayan, çocuklarının okumasına destek olmayan ebeveynlerin çocuklarının gerçek anlamda okuma alışkanlığına sahip olması beklenemez. Aksine ebeveynin bu konuda çocuğuna karşı göstereceği ilgi ve vereceği destek çocuğun okuma eğiliminin sürekli, düzenli biçimde ve eleştirel bir içerikte gerçekleşmesini, sağlayacaktır. "Çocukların aile üyeleriyle olan ilişkileri, diğer bireylere , nesnelere ve tüm yaşama karşı aldığı tavırların, benimsediği tutum ve davranışların temelini oluşturur" (Yavuzer 2002 : 132). Ayrıca ebeveynlerin eğitim düzeyi, mesleği ve ekonomik düzeyi bu alışkanlıkların kazandırılmasında etkilidir.
Çocuklara okuma alışkanlığının kazandırılması için anne-babalara önemli görevler düşmektedir.

Bu alışkanlığı kazandırmak için :
Küçük yaşlarda, çocuğa özel zaman ayırarak, onun ilgi düzeyi ve yaşına uygun öykü, masal kitaplarını okuyarak temeller atılabilir.
Evde hem aile fertlerinin hem de çocukların ulaşabileceği bir yere farklı türde kitapları içeren bir kitap köşesi oluşturulabilir. Eğer evde sürekli televizyon seyredilip hiç kitap okunmuyorsa çocuklarında kitap okumasını beklemek gerçekçi olmaz.
Kitaplar çocukların ilgi alanlarına göre ve çocukla birlikte seçilmelidir.-Anne babalar, çocukla birlikte alışverişe veya gezmeye gittiklerinde, bir kitapçıya ya da kitap-dergi reyonuna uğramayı ihmal etmemelidirler.
Kitap okuma alışkanlığının kazanılmasında kütüphane kullanımının etkisi büyüktür. Bu nedenle çocuklar için çevre kütüphanelerin tanıtılmasına yönelik gezilerin yanında okul kütüphanesinin aktif kullanımı için yönlendirilmeleri gerekir.
Anne babaların ödül listesinde mutlaka kitap olmalıdır.-Çocuğu sürekli okuması yönünde uyarmak yerine, kitap okuduğunda onu destekleyerek motive etmek daha doğru olur.
Yaşına uygun bir dergiye abone olması ya da düzenli bir şekilde takip etmesi için yol gösterilebilir.

Bu konuda araştırmaları bulunan Baumberger'in (Baumberger 1990 : 45) ebeveynlere önerileri ise aşağıda sıralanmıştır ;
Ebeveynler çocuklarına yüksek sesle ve sıkça hikayeler okuyabilir ve anlatabilirler.
Çocukların gereksinimleri ve yaşına göre ebeveynler evlerinde kitaplık oluşturabilirler.
Ebeveynler ailece belli zamanlarda, belli bir sürenin okumaya ayrılmasını sağlayabilirler.
Ebeveynler çocuklarına okudukları şeylerin önemini anlatabilirler.
Ebeveynler, çocuklarını verdikleri harçlıkların bir kısmını kitap almak için harcaması konusunda eğitebilirler.
Çocukların okuma alışkanlığı kazanmasında aileden sonra öğretmenlerin de çok önemli rolleri vardır. Öncelikle iyi bir okuyucu olarak öğrencilere örnek olan öğretmenler aynı zamanda temel okuryazarlığın okuma alışkanlığına dönüşmemesi halinde bir anlam ifade etmediğini, kitap okumanın öğrenim sürecinin bir parçası olduğunu ve yaşam boyu sürmesi gerektiğini öğrencilere sürekli ifade ederler.

Ayrıca öğretmenler bu konuyla ilgili çeşitli faaliyetlerde bulunurlar;
İlk öğretimin ilk sınıflarında sınıf kitaplıkları oluştururlar. Sınıf panosunda öncelikli okunması gereken kitaplar sergiler ve öğrencilerin kitapla iç içe olmaları sağlarlar.
Sınıf öğretmenleri imkan varsa okul kütüphanesinde yoksa sınıf içinde serbest okuma saatleri düzenleyerek, çocukların kendi seçtiği kaynakları okuması için ortam hazırlarlar.
Okulda kitap okumanın önemini anlatan bir duvar gazetesi oluşturup, öğrencilerin okudukları kitaplarla ilgili yazıları bu gazetede sorgularlar.
Velilerle görüşmeler yaparak onları çocuklarına okuma alışkanlığı kazandırabilmeleri için neler yapmaları gerektiği konusunda bilgilendirirler.
Öğrencilerin sırf roman hikaye türü kitaplar değil, biyografi, gezi, hatıra, kişisel gelişim, araştırma vb. kitaplara da yönelmesini sağlarlar.
Öğrencileri okul kütüphanesini kullanmaları için yönlendirilebilir ve birlikte çevre kütüphanelere geziler düzenleyerek çocuklara kütüphane kullanma alışkanlığı kazandırırlar.
Çocuklara okuma alışkanlığı kazandırılması konusunda Prof. Dr. Bülent Yılmaz'ın dikkat çektiği dört nokta vardır ;
Çocukluk dönemi kişiliğin oluştuğu dönemdir.
Okuma, sağlıklı ve gelişmiş bir kişiliğin temel taşlarından birisidir.
Ebeveyn ve öğretmen, çocuğa okuma alışkanlığı kazandırma ve geliştirmede doğrudan sorumlu kişilerdir.
Okuma alışkanlığı, ancak çocukluk döneminde kazanılır. Bu dört noktanın bilincine varılması, çocukların okuma alışkanlığı kazanmasına etki eder. Genel olarak ebeveynin çocuğuna göstereceği ilgi ve vereceği destek çocukların bu gün ve gelecekte okuyan ve ne istediğini bilen bireyler olmasını sağlayacaktır.
Kaynak: www.milliyet.com.tr

TÜRKİYE'DE İLKLER


MECLİS'E GİREN İLK KADIN MİLLETVEKİLLERİ
Mebrure Gönenç (Afyon )
Satı Çırpan (Ankara )
Şükran Orsbaştuğ (Antalya )
Sabiha Gökgül (Erbay ) (Balıkesir )
Şekibe İnsel (Bursa )
Hatice Özgener (Çankırı )
Huriye Öniz (Diyarbakır )
Fatma Memik (Edirne )
Nakiye Elgün (Erzurum )
Fakihe Öymen (İstanbul )
Benal N. Anman (İzmir )
Ferruh Güpgüp (Kayseri )
Behire Morova (Konya )
Mihri Pektaş (Malatya )
Meliha Ulaş (Samsun )
Esma Nayman (Seyhan )
Sabiha Görkey (Sivas )
Seniha Hızal (Trabzon )

İLK KADIN
İlk kadın opera sanatkârı Semiha Berksoy
İlk kadın Yüksek İdare Mahkeme Başkanı Firdevs Menteşe
İlk kadın Sendika Başkanı Dervişe Koç
İlk Türk kadın pilot Sabiha Gökçen
İlk kadın Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilmesi konusundaki öncü Prof. Dr. Afet İnan
ilk kadın Sayıştay üyesi Fahrünisa Yetmen
İlk kadın Danıştay üyesi Şükra n Esmerer
İlk kadın Radyo spikeri Emel Gazimihal
İlk kadın TV spikeri Nuran Emren
Dünya Güzeli ilk Türk kadını Keriman Halis
ilk kadın bakan Prof. Türkan Akyol
İlk kadın TBMM Başkanvekili Neriman Neftçi
İlk kadın Belediye Başkanı Sadiye Ardahan
İlk kadın muhtar Gül Hanım
İlk kadın savcı N. Meliha Sanu
İlk kadın Avukat Süreyya Ağaoğlu
İlk kadın jet pilotu Leman Altınçeki ç (Bozkurt )
İlk kadın subay Ülkü Sema Toksöz
İlk kadın emniyet müdürü Ş. Feriha Sanerk
İlk kadın Polis memuru A. Betül Diker
İlk kadın zabıta memuru Afife İpek
İlk kadın çöpçü Elif Yazgandır
İlk kadın büyükelçi Filiz Dinçmen
İlk kadın Hazine Genel Müdürü Aysel Gönül Öymen
İlk kadın hesap uzmanları Müşerref Çallılar Güzide Amark
İlk kadın genel müdür Mükerrera Aker
İlk kadın Yüksek Mühendis Sabiha Ecebilge (Güryaman )
İlk kadın yüksek mimar Münevver Gözeler
İlk kadın doktor Fıtnan Celal Taygun
İlk kadın Dişhekimi Ferdane Bozdoğan Erberk
İlk kadın eczacı Ruki e Kanat Arran
İlk kadın hostes Adile Tu
 
İLK ZİRAAT OKULU
1863 yılında İstanbul' da açıldı. Yeşilköy yakınlarındaki Ayamama Çiftliği' nde kurulan bu okul, ileride gerçekleştirilecek bir basma fabrikasının işleyeceği pamukları, çağdaş teknik ölçülerle yetiştirmek amacıyla eğitime başladı. Ancak, umulan sonuç alınamadığından, 4 yıl sonra okul kapandı.
 
İLK YERLİ FİLMİN ÇEKİMİ
Birinci Dünya Savaşı' na Osmanlıların girmesinden sonra oldu. İlk film de, Almanya' nın yanında Rusya'ya resmen savaş açılmasından üç Gün sonra çevrildi. İlk savaş günlerinin coşkusuna kapılan bir topluluk, İstanbul yakınlarındaki Ayastefanos ( Yeşilköy )' de bulunan bir Rus anıtını yaktı. Anıt yakılırken, yedek subaylığını yapmakta olan Fuat Uzkınay da "alıcısı" ile bu olayı görüntüledi. Böylelikle, 14 Kasım l914' e Yeşilköy' deki "Rus Anıtı'nın Yıkılışı" adıyla 150 metrelik ilk Türk filmi meydana gelmiş oldu.
 
İLK YELKEN YARIŞLARI
1912-14 yıllarında, İstanbul' da oturan İngiliz yelkencilerince düzenlendi. Ülkenin ilk yelken kulüpleri olan Moda, Büyükada ye Bakırköy kulüplerinin kurucuları da, yine İngilizler olmuştu. Türkiye' de ilk resmi ve kurallara uygun yelken yarışı, 12 Ağustos 1932 Günü düzenlendi. Yurt dışında kupa kazanan ilk Türk yelkencisi unvanı ise Demir Turgut' a aittir. Yelkende ilk karşılaşmamız da, 1936 yılı Berlin Olimpiyatları' yla başladı. İlk yelken Milli Takımı, Bezhat Baydar, Dr. Demir Turgut ve Harun Ünsal' dan oluşmuştu.
 
İLK YÜZME SPORU
Çağdaş anlamda ilk kez 1910 yılında yapıldı.Yüzme sporunun Türkiye' ye yayılıp tutulmasına büyük katkıda bulunanlar Selahattin Türsen (ilk direnme yüzücümüz), Sait Selahattin Cihanoğlu (ilk sürat yüzücümüz) , Kema l Bey (ilk kule ve tramplen atlayıcımız), Galatasaraylı Şeref Hüsamettin Bey ile "Yedibela " Fahri Avad ' dır.
Yurdumuzda ilk yüzme yarışı, Galatasaray Kulübü' nce 15 Eylül 1923 günü İstanbul Büyükada' da düzenlendi. Nejat Abut, Hikmet Melih ve onların ardından Suat Erler, o dönemin unutulmaz yüzücüleridir.
Türkiye'de ilk yüzme havuzu, Ekrem Rüştü Akömer' in uğraşıyla 17 Temmuz 1931 günü Büyükdere' de açıldı. 25 metre genişlik ve 50 metre uzunluktaki havuzda o gün yapılan yarışları, Beylerbeyi yüzücüleri kazanmışlardı. Yüzme dalında ilk dış karşılaşma, 1934 yılında Moskova' da yapıldı. Bunu, daha sonra Leningrad' da yapılan izledi. Bu yarışmalara katılan takımlarımız, ne yazık ki bir varlık gösterememişlerdi.
İlk yüzme takımımız, şu sporculardan oluşuyordu:
"Fenerbahçe' den Leyla Asım Turgut , İstanbul Yüzme Kulübü' nden Cavidan Erbelger, Galatasaray' dan Naili Moran, Suat Erler, Halil Dalhan, Mehdi Ağaoğlu, Orhan Saka, İzmir Karşıyaka' dan Alparslan, Beykoz' dan Safvan Serim, Karamürsel' den İhsan Keskin ve Beykoz' dan Adnan. "
Ülkemizde, yüzme dalında ilk yabancı karşılaşma ise 1937 yılında İstanbul Moda Yüzme Havuzu' nda Macaristan ile yapıldı.
 
İLK Voleybol OYUNU
1919-1920 yıllarında oynanmaya başladı. Bir Amerikan örgütü olan YMCA' nın, Basketbolün yanı sıra voleybole de önem vermesi ve bir özel salon açtırmasıyla bu spor türü yurdumu za girdi. Salonun müdürü olan Amerikalı Dr. Driver' in bu konudaki çabaları, voleybolün sevilmesine yol açtı. Dr. Driver' e yardımcı olan kişi ise Selim Sırrı Tarcan' dır. Bu oyun ilk kez, Erkek Öğretmen Okulu' nda Türkler tarafından oynandı.
Türkiye'd e ilk kez Suphiye Rifat adında bir kız, Fenerbahçe Erkek Takımı' nda voleybol oynadı ve 1928 yılında bu takım, İstanbul şampiyonu oldu. Bu olay, Türk voleybol geçmişinin ilginç unutulmaz bir anısıdır. Suphiye, Fenerbahçe Kız Voleybol Takımı' nın da kaptanıydı.
 
İLK KADIN VETERİNER
1933 yılında Erenköy Kız Lisesi' ni bitirdikten sonra, "doktor" olmayı düşünürken, fikir değiştirerek Yüksek Ziraat Enstitüsü' ne kaydını yaptıran Sabire Aydemir, okuldan mezun olduktan sonra "ilk Türk kadın veterineri " unvanını aldı. 2 yıl çeşitli laboratuvarlarda çalıştıktan sonra, tekrar okuluna "asistan" olarak dönen Aydemir, 1945 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Daha sonra Pendik, İnebolu, Ünye,Fatsa ve Samsun' da 1920' ye kadar mücadele veterinerliği yapan Aydemir, emekli oldu.
 
İLK YAZ SAATİ UYGULAMASI
1 Temmuz 1940 günü yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu kararıyla başladı. Bir çeşit Elektrik kısıtlaması olan yaz Saati uygulamasında yur dumuzda ilk kez Saatler bir Saat geri alınmıştı.
 
İLK TÜRK PİLOTLARI
İlk Türk pilotları Süvari Üsteğmeni Fesa Bey' le İstihkâm Teğmeni Yusuf Kenan Bey' dir. 1911' de havacı yetiştirilmek için gönüllü subaylar arandı. Paris' te Bleno Havacılık Okulu' na gönderilen bu iki gönüllü Türk subayı, 1912' de okulu bitirdiler. O yılın Şubat ayında Fransa' dan alınan iki uçakla Fesa ve Yusuf Kenan beyler, uçmaya başladılar.
 
UÇAĞA BİNEN İLK KADIN
Uçağa binen ilk kadın Belkıs Şevket' tir . "Müdafaa-i Hukuk Nirva " denilen Kadın Hakları Koruma Derneği üyesi olan Belkıs Şevket, 1913' te Fethi Bey' in yönettiği uçağa binerek, İstanbul üzerinde do- laştı.
 
ULUSLARARASI OLİMPİYAT KOMİTESİ'NDE İLK TÜRK
Türkiye' yi uluslararası Olimpiyat Komitesi' nde temsil eden ilk Türk, Selim Sırrı Tarcan' dır. Tarcan, 1908-193 0 yılları arasında, sıkı olimpiyat kurallarını yerine getirerek Türkiye' yi temsil etme hakkını elde etti. Onu, 1930-33 yıllarında Kemalettin Sami Paşa, 193?- 52 yıllarında da Reşit Saffe Atabinen ve 1955' ten sonra da Suat Erler izlediler.
 
İLK TÜRKÇE BASIMEVİ
Osmanlılarda basım işleminin Türkçe olarak yapılması, ilk kez Macar asıllı İbrahim Müteferrika tarafından başarıldı. İstanbul' da bir basımevi kurmak isteyen Sait Efendi ile tanışınca, Türkçe basımevi açmanın yollarını araştıran Müteferrika' ya, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa yardım etti. Dış ülkelerden araç ve gereçler satın alındı. Yalova' da bir de kâğıt fabrikası kuruldu. Bütün eksikler tamamlanınca, ilk Türk basımevi, Müteferrika' nın Sultanahmet' teki evinde çalışmalarına başladı. 1727 yılında da dizgiye geçildi. Basılan ilk kitap ise, Vankulu Mehmet Efendi' nin iki ciltlik " Lûgat- i Vankulu " (Vankulu' nun Sözlük Kitabı ) adlı sözlüğüdür. Bu sözlük 1729' da yayınlanmıştır.
 
İLK TÜRKÇE SÖZLÜK
Kaşgarlı Mahmut' Un Araplara Türkçe öğretmek amacıyla 1072 - 1074 yıllarında yazdığı " Divan-ı Lûgati' t - Türk " (Türk Dilleri Sözlüğü) adlı eseridir. 7 bin 500 sözcük içerir.
 
İLK TÜRKÇE GAZETE
1 Kasım 1831' de özel bir emirle yayınlanan " Takvim- i Vekayi " dir. Yönetiminden Esut Efendi sorumluydu. Konuları dış olaylar, alım - satım ve devletle ilgiliydi. Padişahlığın kaldırılışına kadar yayımlandı. 4068. sayısından sonra TBMM Hükümeti tarafından "Resmi Ceride" adıyla çıkmaya başladı. Günümüzde "Resmi Gazete" olarak yayınını sürdürüyor.
 
İLK TOPLU SÖZLEŞME
Dünyada ve Türkiye' de ilk toplu sözleşmenin 1776 yılında Kütahya'da yapıldığı sanılmaktadır. Halen, aslı Kütahya Arkeoloji Müzesi' nde bulunan bir belgeye göre Türkler, işçi haklarına öncülük etmiştir. İngilizlerin ilk sözleşmenin 1815 yılında İngiltere' de yapıldığını iddia etmelerine karşılık, yapılan araştırmalar, ilk toplu sözleşmenin, Kütahya'da yapılan "Fincancılar Anlaşması " olduğunu ortaya çıkardı. Seriye Mahkemesi sicillerinin tasnifi sırasında bulunan anlaşma metnine göre, 1776 yılında Kütahya' da mevcut 24 çini ve fincan atölyesinde çalışan çok sayıda usta ve işveren ile Anadolu Valisi Ali Paşa zamanında bir sözleşme yapılarak işçi hakları tescil edildi
 
İLK TV YAYINI
Ülkemizde ilk Televizyon yayınlarını, İstanbul Teknik Üniversitesi başlattı. Yayınlarla ilgili çalışmalara 1950 yılında geçildi. Projenin uygulama alanına girmesi, verici cihazlarının gelmesi 1952' de tamamlandı. Aynı yıl da yayına geçildi. Yayınlar, cihazların yetersiz oluşu ya da tahsisat yokluğu nedenleriyle daha çok stüdyo çalışmalarıydı. Ancak, bir keresinde Kamera, Taşkışla' daki Teknik Üniversite binasının damına çıkarıldı ve Mithatpaşa Stadyumu' nda oynanan bir futbol maçı, oradan görülebildiği kadarıyla seyircilere iletildi. Teknik Üniversite' nin yayınlarını izleyenlerin sayısını kesin olarak söylemek mümkün değildi. Zira, TV sahiplerinden hiçbirinin PTT' ye kaydı yoktu.
Bununla birlikte, İstanbul' da o yıllarda iki bin televizyon alıcısının bulunduğu tahmin ediliyor. Her cihazın en azından 5 kişi tarafından seyredildiği düşünülürse, Teknik Üniversite' nin televizyon yayınlarını on bin kişinin izlediği söylenebilir. TV yayınlarının yayın çevresi de kesin olarak bilinmiyordu. Ancak, TRT Televizyonu, 1964' te resmen kuruldu. İlk kuruluş yeri, Ankara' daki Mithatpaşa Caddesi' nde bulunan stüdyo idi. 31 Ocak 1967 akşamı ilk resmi televizyon yayını, Ankara' da yapıldı.1968' de Almanya' dan sağlanan 5 KW' lik verici ile kapalı yapılan yayınlar, devreden çıkarıldı. 31 Ocak 1968' de ise TV deneme yayınları haftada 3 gün olarak başladı. Bu deneme yayınları 3 yıl sürdü.
Yayınlar, 31 Ocak 1971' de 4 güne, 21 Haziran 1972' de de 5 Güne çıkarıldı. 1971 Ekim' inde İstanbul - İzmir - Ankara radyolink sistemi, TV nakline müsait hale geldi. TRT, Ankara programlarını 1 Aralık 1971' de Çamlıca' daki PTT radyolink terminali vasıtasıyla İstanbul' a aktardı. Bu yayınlar, 26 Ağustos 1972' ye kadar İstanbul seyircisine yine İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu aracılığıyla seyrettirildi. 30 Ağustos 1972' den itibaren ise Çamlıca' daki istasyon, 2.5 KW güçlü yayına geçti.
TV ' nin kendi ürettiği programlar, yayınların yüzde 72' sini, dış kaynaklı yayınlar ise yüzde 28' ini teşkil ediyordu.
Mahmut Tali Öngören, TRT' nin ilk Program Dairesi Başkanı ve Ankara Televizyonu' nun ilk müdürü oldu.İlk müdür olan Naum Efendi, Tiyatrosunda ilk kez yabancı Tiyatro kumpanyalarının temsillerini oynattı.
Beyoğlu yakasında 1862' ye kadar yabancı dilde oyun oynatma yetkisi, Naum Efendi' ye verilmişti. Bu süre, beş yıl uzatıldı. 1870' te çıkan bir yangında, Naum Tiyatrosu kül oldu.Yerine, ünlü Hristaki Pasajı yapıldı.
Naum Tiyatrosu' nun Türk seyircisinden gördüğü büyük ilgi üzerine Güllü Agop, İstanbul Gedikpaşa' da bir tiyatro açtı. O da Ermenice oyunlara yer verdi. Türkiye' de Türkçe oyun " ilk kez " Güllü Agop' un tiyatrosunda oynandı. Bu oyunun adı, " Sezar Borjiya " idi. 1868 yılında sahnelendi . Namk Kemal ve Âli Bey' in de desteklediği Gedikpaşa Tiyatrosu, bir süre sonra yalnız yerli oyunları sergilemeye başladı.
 
İLK KADIN TV SPİKERİ
Türkiye' de ilk deneme TV yayını başladığı srada, Ankara Üniversitesi Dil - Tarih ve Coğrafya Fakültesi İngiliz Filolojisi' nde okuyan Nuran Emren (Devres), spikerlik için açılan sınava katıldı. Sonuçlar açıklandığında, büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Kazananlar arasında adı yoktu çünkü. Ancak, 3 gün sonra sınav iptal edildi ve yeni sınavı kazanmayı başaran, biri erkek, öteki bayan iki kişiden biri oldu. Nuran Devres, böylece " İlk kadın TV spikeri " olma unvanını aldı. Ancak, 3 yıl sonra evlendi ve mesleğini bıraktı.
 
İLK TELEFON
Yurdumuzda ilk telefon, Meşrutiyet' in ilanından sonra girdi. İlk telefon santralını da, İstanbul' da 1911' de İngilizler kurdu. İkinci telefon santralı İzmir' de, üçüncüsü de 1926' da Ankara' da açıldı. Ankara santralı, ülkemizin ilk " otomatik " telefon santralıdır.
 
İLK SİNEMA GÖSTERİSİ
İstanbul Galatasaray' da, ünlü Sponek birahanesinde Polonyalı Vaynberg tarafından düzenlendi. Bu olayı, Ercüment Ekrem Talu, " Perde - Sahne " dergisine yazdığı " İstanbul' da ilk sinema ve ilk gromofon " başlıklı yazısında şöyle anlatır:
"Çocuktum, sekiz - dokuz yaşlarında vardım. Tam tarihini söyleyemeyeceğim ama, sanırım 1896 - 97 yıllarıydı. Bir cumartesi günü, rahmetli ağabeyim Nejat' la birlikte okuldan çıktık. Cihangir' deki evimize gidecektik. Yatılı olmayan arkadaşlarımızdan birisi, ' Duydunuz mu? ' dedi. ' Şurada Sponek' in salonunda bugün sinematograf (sinema sözcüğünün kısaltılmamışı) göstereceklermiş. İlginç bir şeymiş diyorlar, yeni bulunmuş... Fotoğrafın canlısı gibi bir şey imiş '. Ağabeyimle ben, çocuk, bizimle Alay ediyor sandık, ama o içtenlikle konuşuyordu. ' Saa t 4' te başlıyormuş, ben gideceğim ' diye sözünü tamamladı. "
Ercüment Ekrem Talu, ilk sinema gösterisini, yukarıdaki cümlelerle anlattıktan sonra, şöyle tamamlar:
" Bütün gösteri, yarım saat sürdü. Seans, geceye de birkaç kez yinelenecekti. Çıktık. Fennin bu buluşunu birbirimize anlatmaya, çözümlemeye çalışıyorduk. Aklımız bir türlü eriniyordu. İstanbul halkının çoğunluğu da bu konuyu konuşuyordu. Kimi, bu sihirli buluşu günah sayıyor; kimi, gidip gördüğünden ötürü tövbe edip, Tanrı' ya bağışlanmasını yakarıyordu. İşte ilk sinema, sinematograf adıyla İstanbul' a böyle geldi. "
 
İLK SİNEMA SALONU
1908' de açıldı. İstanbul' da, Tepebaşı Şehir Tiyatrosu' nun eski komedi binasında Pate şirketinin Türkiye temsilcisi Vaynberg tarafından yaptırıldı. " Pate " adlı bu ilk sinema salonunun mimarı, Kampanaki idi. Sinemanın adı sırasıyla Pate, Anfi, Asri ve Ses olarak değişti. 1912 yılında İzmir Kordon' da açılan ikinci sinemadan sonra, 1914 başlarında İstanbul Beyoğlu' nda " Palas " sineması kuruldu. Onu, Taksim Alanı' nda şimdiki Devlet Tiyatrosu salonunun yanındaki yerde bulunan " Majik " sineması izledi. İlk Türk sinema salonu ise, 19 Mart 1914 günü " Milli Sinema " adıyla İstanbul' da Fevziye Kıraathanesi' nde açıldı.
 
SESLENDİRİLEN İLK FİLM
Senaryosunu Nazif Tepedelenlioğlu' nun yazdığı " Bir Millet Uyanıyor " adlı filmdir. 1932 yılında çevrilen film, Türkiye' de seslendirildiği ve Muhsin Ertuğrul' un en önemli yapıtlarından birisi olduğu için ilginçtir. Filmin belli başlı oyuncuları Ferdi Tayfur, Atıf Kaptan, Naşit Özcan, Emel Rıza ve Kevser' di. Mustafa Kemal Atatürk' ün Söylev' inden derlenmiş olaylardan esinlenerek yazılmış senaryonun, sağlam bir yapısı olmadığı için bu film, beklenen başarıyı elde edemedi.
 
İLK SESLİ FİLM STÜDYOSU
1932 yılında İpek Film Şirketi kuruldu. İstanbul' da Nişantaşı' ndaki bir büyük fırın, yeni baştan düzenlenerek " stüdyo " durumuna getirildi. Bu sesli film stüdyosunun ilk eseri, Muhsin Ertuğrul' un yönetmenliğini yaptığı, " Bir Millet Uyanıyor " adlı filmdi. Sesli film stüdyosunun yönetmeni ise, Morhen adlı bir Alman ses mühendisiydi.
 
İLK KADIN SİNEMA OYUNCUMUZ
" Ateşten Gömlek " te oynayan Bedia Muvahhit ile Neyyire Neyir (Ertuğrul)'dir. Sahnede olduğu gibi beyazperdede de o zamanlar, Müslüman kadınların çalışması yasaktı. 1918' de bazı Türk kızları, öğrenci olarak " Darülbedayi "ye alınmışlarsa da, bunlar sahneye çıkamamışlardı. İçlerinde Afife Hanım, 1920' de Kadıköy' deki Apollon (Hale ) Tiyatrosu 'nda " Jale " takma adıyla sahneye çıkınca, işe polis karışmıştı. 1921' de Darülbedayi' de Müslüman kadınların çalıştırılmaması, resmi yoldan bildirildi, ancak aynı yıl Afife ile Şaziye Moral hanımlar, bir başka temsilde oynadılar. İki sanatçı da, bu yüzden mahkemelik oldular.
Muhsin Ertuğrul, " Ateşten Gömlek " i çevirirken, filmin ulusal konusundan cesaret alarak, başlıca kadın kahramanlar olan Ayşe ile Kezban' ı, Türk oyuncularının canlandırmasına çalıştı. Ayşe için Darülbedayi oyuncularından Muvahhit' in eşi Bedia Muvahhit seçildi. İkinci rol için gerekli kimse bulunamayınca, gazetelere ilan verildi. Vasfi Rıza Zobu, bir anısındaki ikinci rol için, " nasıl kız oyuncu " bulunduğunu şöyle anlatır:
"İkinci rol için genç bir Türk kızı bulunamamıştı. Gazetelere ilan ettiler. Ertesi gün tek bir Türk kızı başvurdu. Kemal Film' in bürosu, Sirkeci' de, Ali Efendi Sineması' nın üstündeki iki küçük odanın içinde idi. O Gün, büroya uğradığımda, Neyyire' yi gördüm. Kolejde öğrenciymiş. ' Film için müracaat etti. Muhsin' i bekliyor ' dediler."
 
TÜRK TARİHİNDE İLK SANSÜR
Türk tarihinde basına " ilk sansür ", 11 Mayıs 1876 'da " Âli Kararnamesi " ile konuldu. Gazetelerin, yayınlanmadan önce denetlenmesini emreden bu kararname üzerine, " Basiret "
gazetesi şöyle bir ilanla çıkmıştı: " Matbaamızın makinesii bozulduğundan, gazetemiz birkaç gün yayınlanmayacaktır. "
" Sabah " gazsetesi ise ilk gün " sansür " ün yasakladığı yazıların yerini " boş " bırakarak yayınlandı. Ancak, tüm bu direnişler, tarih boyunca hemen her dönemde, sansürün basının üzerinde " Demokles' in Kılıcı " gibi sallanmasını önleyemedi.
 
TÜRK TARİHİNDE İLK SEÇİM
II. Abdülhamit' in tahta geçmesinden kısa bir zaman sonra, Kanun-ı Esasi kabul edilerek Osmanlı Devleti' nde meşruti bir idare başladı. Kanun- ı Esasi' de seçim yapılarak bir meclisin kurulması öngörülmüştü. Bu nedenle, Türk tarihinde ilk seçim 1877' de yapıldı. Ancak, bu seçimler bir seçim yasasına göre gerçekleştirilmedi. İllere, önemlerine göre kaç milletvekili çıkarabilecekleri bildirildi. İlk seçimlerde halk, oy kullanmadı. İl meclisleri seçim yaptı. Bu seçimler sonunda seçilen temsilciler, padişahın tayin ettiği Âyân Meclisi üyelerinden meydana geldi. İlk Milli Meclis de 19 Mart 1877' de Dolmabahçe Sarayı' nda ilk toplantısını yaptı. Daha sonra Sultanahmet' teki Darülfünun binasında çalışmalarına başlayan bu meclisin ilk görevi, bir seçim kanunu hazırlamaktı. Ancak, 1877-78 Osmanlı - Rus Savaşı' nın başlaması üzerine, Meclis 20 Haziran' da dağıldı. Aynı yıl içinde yine seçim kanunu olmadan, birinci seçimde olduğu gibi yeni bir seçim daha yapıldı. Türk tarihinde ilk " Seçim Kanunu " da, bu ikinci meclis tarafından yapılmıştır. Ama, bunun ömrü de uzun sürmedi ve II. Abdülhamit tarafından feshedildi.
 
SATRANÇ ŞAMPİYONASI
Satranç oyununun ülkemizdeki geçmişi oldukça eskidir. Bu gerçeği, günümüzden 450 - 500 yıl önce yazılmış yapıtlardan öğreniyoruz. Bunlardan ilki, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Seferihisarlı İsmail Şaban' ın derlediği elyazmasıdır. Bu kitap, satrancın yararları ve geçmişini anlatmaktadır. İkinci kitap da, 1680 yılında Kahire Mevlevihanesi Şeyhi Vanlı Dede' nin Mısır Valisi Abdurrahman Paşa' ya gönderdiği kitaptır. Bu kitapta, oyunun ilk kez Hindistan' dan çıkıp, İran' a, oradan da Anadolu' ya geçtiği anlatılmaktadır. Türkiye' de ilk ferdi satranç yarışması ise, 1965' te yapıldı. Bu ilk yarışmayı, Seracettin Bilyap kazanmıştı.
 
İLK RESİMLİ POSTA PULU
Edirne' nin düşman işgalinden kurtarılışının anısına çıkarıldı. 1913 yılına gelinceye kadar Türk pullarında resim kullanılmadı. Bu ilk resimli posta pulumuz, Londra' da bastırılmıştı. Edirne' deki Selimiye Camii' nin resmiyle süslüdür.
 
TARİHİMİZDE İLK RASATHANE
1575 yılında, III. Murat tarafından İstanbul' da Tophane Tepesi' nde yaptırıldı. " İstanbul Rasathanesi " adıyla anılan bu kuruluşun başında, Takiyüttin Mehmet bulunuyordu. 15 bilginin katıldığı çalışmalarda, gözlemler ve yıldızların belirli zamanlardaki yerlerini gösteren çizelgeler yapıldı. 1580 yılında Şeyhülislam, padişaha sert bir mektup gönderdi. Bunun üzerine; III. Murat, rasathaneyi, Kılıç Ali Paşa' ya verdiği buyrukla yıktırdı. Türkiye' de çağdaş anlamda ilk rasathane,1911 yılında İstanbul 'da, Kandilli sırtlarında Eatin Hoca diye anılan Fatin Gökmen tara fından kuruldu. Günümüzde de hizmet veren bu rasathane, Türkiye' nin en büyük gözlemevidir.
 
İLK RENKLİ FİLM
1953 yılında Muhsin Ertuğrul' un yönettiği " Halıcı Kız " dır. Fotoğraf yönetmenliğini Ahmet Cezmi Ar yapmıştı. İçinde renkli bir parça bulunan ilk Türk filmi de, 1949' da çevrilen '' Çıldıran Kadın" dır. Filmdeki renkli parçada, İstanbul' daki Kızkulesi' nin çok az süren bir görüntüsü yer almıştı.
 
İLK RENKLİ BELGESEL FİLM
1953 yılında Ali İpar' la, İlhan G. Arakon' un hazırladıkları " Bir Şehrin Doğuşu " adlı filmdir. İstanbul' u anlatan film, Berlin Uluslararası Film Şenlikleri' ne katıldı, ancak derece alamadı. Gerçek anlamda ilk belgesel Türk fimi ise, Mazhar Şevket İpşiroğlu ile Sabahattin Eyüboğlu' nun birlikte düzenledikleri " Hitit Güneşi " dir. Bu film, 1956 yılında Berlin Film Şenlikleri' nde ikinci gelerek " Gümüş
Ayı " armağanını aldı. Siyah - beyaz olarak çekilen film, Anadolu' da Arkeolojik kazılarda ortaya çıkan eserleri konu almıştı.
 
İLK RADYO YAYINI
Ankara ve İstanbul' da PTT 'nin posta görevlerinde yararlanmak amacıyla kurduğu 5' er kilovat gücündeki verici istasyonlarından, 1927' yılında yapıldı. Deneme niteliğindeki bu yayınları, 1936' ya kadar Türk Telsiz Telefon Kuruluşu yönetti .
İlk radyo istasyonu da, Ankara' da kuruldu. 28 Ekim 1938 günü sürekli yayınlara başlayan bu yeni Radyo, uzun dalga " Türkiye Radyosu " ve kısa dalga " Ankara Radyosu " adıyla görev yapıyordu. İstanbul Radyosu' nun sürekli yayına başlayışı ise 1 Eylül 1949 günü gerçekleşti.
 
İLK PAZAR TATİLİ UYGULAMASI
Türkiye'de ilk pazar tatili uygulamasına, 29 Mayıs 1935 yılında yürürlüğe giren yasa ile başlandı. Bu yasa çıkmadan önce, hafta sonu dinlenme tatili cuma idi.
 
İLK PETROL ARAMALARI
1887' de Ahmet Necati Bey tarafından İskenderun çevresinde başlandı. Derin olmayan sondajlamayla yapılan bu ilk araştırma, istenilen başarıya ulaşamadı. II. Abdülhamit dev rinde, 1890 yılında Musul ve Bağdat' ta doğal biçimde sızan petrollerden yararlanıldı. 1892' de Mürefte dolaylarında görülen petrol belirtilerinden sonuç elde etmek için bir şirket kuruldu ama, araştırma yapılmadı. 1897' de çıkarılan bir buyrukla, buradaki petrolü çıkarma işi Halil Rıfat Paşa' ya verildi. 1900' de Horadere' de açılan bir kuyudan petrol alındı. Günde iki ton üretilmeye başlandı, ancak 1901' de verim düşünce, bu kuyu kapatıldı. Cumhuriyet' in ilanına kadar yapılan çeşitli aramalardan sonra, 1926' da çıkarılan Petrol Yasası ile, her çeşit aramanın yapılması ve yürütülmesi yetkisi devlete verildi. 1935' de kurulan Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA), Altın ve kömürden sonra, petrol arama ve işletmesini de üzerine aldı. MTA' nın yürüttüğü çalışmalar ve petrol bulunan Raman - Garzan bölgeleri ile Batman' da kurulan petrol rafinerisi, 1954' te çıkarılan bir yasa ile Türkiye Petrolleri A.Ş. ' ye devredildi .
 
İLK NÜFUS CÜZDANI
Türk tarihinde ilk nüfus cüzdanı, 1863 - 1864 yıllarında yapılan sayımdan sonra verildi. " Osmanlı Tezkiresi " denilen bu nüfus hüviyet cüzdanlarının çizgili, düz bir kâğıt belge niteliğinde birer pusula oldukları, tarihçi Lütfi Efendi tarafından yazılmıştır. Cumhuriyet' ten sonra 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımından sonra , her yurttaşa " nüfus cüzdanı " verildi.
 
İLK NÜFUS SAYIMI
1831 yılında yapıldı. Ancak, bu nüfus sayımı, yalnız erkekleri kapladı ve Anadolu ile Rumeli sancakları, sayımın dışında tutuldu. 1844' te yapılan sayımda ise, kadınlar da sayıldı. Osmanlı sınırları içinde nüfusun 36.5 milyon olduğu, yaklaşık olarak saptandı. 1884' te yapılan üçüncü nüfus sayımında, imparatorluk sınırları içinde kalanların sayısı, 28 milyon 900 bin kişi idi.
Cumhuriyet döneminde, 28 Ekim 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında ise, Türkiye' de 13 milyon 648 bin 720 kişinin yaşadığı belirlendi. 1935 yılında yapılan ikinci sayımdan sonra, her 5 yılda bir düzenli olarak nüfus sayımları gerçekleştirildi. Nüfus sayımlarını düzenleyen kuruluş, Devlet İstatistik Enstitüsüdür.
 
İLK OSMANLI SARAYI
Osmanlı Devleti' nin ikinci hükümdarı Orhan Bey, ilk Osmanlı başkenti Bursa' da, ilk sarayın yapımını başlattı. Beyazıt zamanında tamamlanan " Bursa Sarayı ", " Timur' un orduları tarafından yıkıldı. Başkentin Edirne' ye taşınmasından sonra, burada da saraylar yaptırıldı . Fatih Sultan Mehmet, İstanbul ' u aldıktan sonra kenti Osmanlı Devleti' nin başkenti yaptı. Bu tarihten sonra da Osmanlıların en ünlü ve büyük sarayları, bu ilimizde inşa edildi.
 
ONDALIK KESİRLERİ UYGULAYAN İLK TÜRK
Dünyada ve Türk tarihinde, matematikte " ondalık kesirler kuralı " nı ilk kez uygulayan Türk, matematik ve Astronomi bilgini Cemşit' tir. Cemşit, " Sayı Anahtarı " adlı ünlü eserinde, herhangi bir dereceden kök almanın yollarını anlattı. Avrupalı matematikçiler, Cemşit' in bu buluşlarını ancak bir yüzyıl sonra öğrenebildiler. Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Cemşit, 1437' de Semerkant' ta ölmüştür.
 
İLK MORS TELGRAF SİSTEMİNİN KULLANILIŞI
Türk tarihinde Mors Telgraf Sistemi' nin ilk kez uygulanışına, 1855 yılında, yani Kırım Savaşı sırasında başlandı. Haberleşme alanında büyük kolaylıklar sağlayan bu buluş, adını, kendisini yayan Amerikalı Samuel Mors' tan almıştır.
 
İLK MUZUN YURDA GETİRİLİŞİ VE ÜRETİMİ
1870 yılında, Osmanlılar döneminde yurdumuza girdi. Muz, İskenderiye' den Antalya' ya süs Bitkisi olarak getirildi. Bu tür muza " Musa Conson " denir. Yine 1870' te, Musa Kavendiş adlı bir başka türün meyveleri, küçük, fakat güzel ve kokuluydu. Ancak, yine de muzun dışarıdan alımı kolay ve ucuzdu. Gerçek anlamda muz üretimine, 1950' li yıllarda Antalya, Anamur, Alanya, Dörtyol, Fenike ve Adana' da başlandı. Üstün nitelikleriyle Anamur' da yetiştirilen muz, ülkemizde en çok tutulanıdır.
 
İLK MİLLİ BASKETBOL TAKIMI
İlk Milli Basketbol Takımımız, ilk karşılaşmasını Yunanistan' la, 24 Haziran 1936 günü, Beyoğlu Halkevi Spor Salonu' nda yaptı. Bu maçı 49 - 12 kazanan takımımızın kaptanı, Naili Moran idi. Öteki oyuncular ise Sadri Usuoğlu, Nihat Ertuğ , Jak Habib , Hazdayi Penso , Feridun Koray, Dionisos Sakalak ve Hayri Ersebük' tü .
Basketbolun resmen kuruluşu, 1 Mart 1959' da gerçekleşmiştir. 1936' da kurulan bir federasyonla, voleybol ve eltopu (handball) ile birlikte yürütülen basketbol, bu tarihte ayrı bir dal olarak Türk sporuna eklendi.